NEYİ MERAK ETTİK? 3


KAHVE

 

Bugün 1 Ekim. İşte tam da o günlerdeyiz. Sıcacık kahven elinde bir pencerenin önüne yerleştiğin ve yumuşacık battaniyeni de üzerine aldığın zamanları bolca içinin çektiği günlerdeyiz. Gökyüzü gri- beyaz. Hava ne soğuk ne sıcak. Elindeki kahve kokusunu içine çeke çeke mayıştığın zamanlar. Hangi pencerede, manzarada olduğun fark etmez. Bulunduğun yer neresidir? Pek önemi olduğunu sanmıyorum. Önemli olan kahve kokusunun mis gibi yayıldığı o yerin, sende, güven-huzur-hayattan kaçma ve dinlenme hissi veriyor olması. Dinlenmek için kahve içenlerden misiniz? Ben öyleyim.

     Zaten kahvenin keşfedilmesi de enerji verdiği fark edildiği için olmuş ya. 3. yüzyılda Etiyopya’da bir keçi çobanı, keçilerinin yediği kırmızı bitkilerin etkisini fark edince olanlar olmuş diyorlar. Canım keçiler ve keçilerine dikkatle bakıp davranış farklarını görebilen keçi çobanı… Nereden bilsin ki tüm dünyayı etkileyecek koca bir sektör keşfettiğini. Bazıları da bu çobanın adının Khaldi olduğunu ve Habeşistan’ın Kaffa bölgesinde yaşadığını iddia ediyorlar. Kahve adı da buradan geliyormuş.

     Kahvenin keşfi ile ilgili bir başka hikaye de. Ceziri’ye dayanıyor. Kahve içen ilk kişinin ez-Zehbani olduğunu söylüyor.

     Kahvenin ilk olarak işlenerek içilmesinin de Yemen’de bulunan bir Sufi tarikatı tarafından gerçekleştiği söyleniyor.

     Bundan başka Etiyopya yerli halkının kahve çekirdeklerini kullanarak ve bitki tanelerini un haline getirerek ekmek yaptıkları…

     Kahve ağacının meyvelerini, kaynatıp suyunu içmek yoluyla tıbbi amaçla kullandıkları da anlatılıyor. Hz. Süleyman’a dayandırılan bir hikaye de bu tıbbi kullanımı destekliyor. Rivayet bu ya Hz. Süleyman, yolculuğu sırasında uğradığı bir şehirde insanların sebebi bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını görür ve Cebrail’in de buyruğuyla Yemen’den kahve çekirdekleri getirir. Bunları kavurarak hazırladığı içeceği hastalara içirir ve tabii ki hastalar iyileşir.

     Günümüzde ulaşılan tıbbi bilgiler de kahvenin insan sağlığına olan etkisini doğruluyor. Enerji, canlılık, dinçlik en bilinen faydaları, yanı sıra konsantrasyon, dikkat, öğrenme becerisi, algı açıklığı getirilerinden bahsediliyor. Araştırmalar sabah uyanır uyanmaz düzenli içilen kahvenin uzun dönemde kronik stresi düzenleyebildiğini gösteriyor. Uygun doz ile tabii. (Günde ortalama 3-4 fincan). Üstüne bir de sabah düzenli içilen kahvenin beyin korteks tabakasını büyüttüğü söyleniyor. Yani daha fazla bilişsel işlev demek. Nörolojik açıdan doğal bir ilaç. Ben söylemiyorum Dr. Selahattin Dönmez söylüyor.

     Neredeyse her derdimize deva kahvenin biz Türkler için yeri başkadır malum. Öyle ki 2013 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne “Türk kahvesi ve geleneği”nin korunması, yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla alınmıştır.

     Türk kahvesi bizim için öyle önemlidir ki; her gün düzenli olarak yediğimiz üç öğün yemekten birinin adı doğrudan kahve ile ilgilidir. Günün en önemli öğününün kahve-altı (kahvaltı) olması boşuna değildir. Yine aynı şekilde geleneklerimizin en önemlilerinden biri olan evlilik bağı sürecinin başlangıcı “kız isteme merasiminde damatlığa aday erkeğin gelin adayı tarafından hazırlanan tuzlu kahveyi içmesi” dir. Yine dilimizde sıkça kullanılan ve dostluğun, sevdiklerinle birlikte vakit geçirmenin ve misafirperverliğimizin, ikramda bulunmanın, çok küçük bir iyilik de olsa unutulmayacağının önemini vurgulayan “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” atasözünün varlığı tek başına kahvenin Türk toplumu için önemini göstermeye yeter aslında. Bir de üstüne Osmanlı döneminde kahve sevgimizin geldiği noktadan bahsetmezsek olmaz. Kadınlar bir erkekten boşanmanın yasal sebebi olarak kendisine kahve alınmamasını gösterebiliyormuş. 

      Eee herkes için kahve bu kadar önemli bir yere sahipse, her Türk evinde misafirlere özel en az bir kahve fincanı setinin hazırda bulunmasını saymazsak olmaz.

       Eminönü’nde bulunan adını kavrulmuş kahvenin kokusundan alan Tahmis Sokağı’nın varlığı kahvenin kültürümüze ne kadar derinden işlediğinin en belirgin örneklerindendir.

     Neredeyse genlerimize işleyen kahve sevgisi, bir dönem öyle yayılmış ki, yasaklanması gerektiğine karar vermişler. 16. ve 17. yüzyıllarda kahve yasaklanmış ve kahvehaneler kapatılmıştır. Gerekçesi ise bu mekanlarda siyasi ve dini otoritelerin kontrolünün dışına çıkmış olmasıdır. İlk yasak III. Murat döneminde, en ağır yasaklar ise IV. Murat döneminde uygulanmıştır. Bu tarz yasakların sadece bizde uygulandığını düşünmeyiniz.

      İlk kahve yasağı 1511:Mekke emiri Hayr Bek; şehrin kadısı, doktorları ve yerel idarecilerin olduğu bir kurul toplayarak kahvenin yasaklanması yönünde bir karar çıkartır. Çok kısa bir süre sonra yasak kararı, Mekke Emiri’nin bağlı olduğu Mısır Memlük hükümdarı tarafından kaldırılır. Aynı zamanda Hayr bek görevinden azledilir. Mekke’de, Mısır’da, İngiltere’de, Prusya’da, Almanya’da yasaklar gelir. Gelir ve geldikleri gibi de kaldırılır.

     Yasaklar kalkar ve tüm dünyaya değişik yapılış biçimleriyle, tadıyla, kokusuyla, sunumuyla, eşlikçileriyle birlikte yayılır ve insanlığın vazgeçilmezlerinden olur.

      Mesela Avusturya.Türkler sayesinde kahveyle tanışan Avusturyalıların İtalya’da da olduğu gibi en çok tüketilen kahve çeşitleri cappuccino ve espresso. Fakat Avusturya’yı kahve kültürü konusunda hafife almamak lazımmış. Çünkü başkent Viyana, 2011 senesinde UNESCO’nun soyut miraslar listesine girmeyi başarmış. Avusturya’nın da kendine özgü kahveleri varmış. Bunlardan ilki Wiener Melange. Tadıyla, kokusuyla ve kıvamıyla biraz  cappuccinoyu andırsa da Viyana’nın ünlü kahvecisi Julius Meinl, Wiener Melange’i ”Büyük bir fincan içerisinde süt köpüğüne ilave edilmiş bir shot espresso.” olarak tanımlıyormuş; diğer bir yöresel kahvesi ise Kaffee braunermiş. Bir bardak su ile birlikte servis edilen Kaffee braunermiş.

     Mesela Vietnam. Ca Phe Trung,en iyisi Vietnem topraklarındaymış. diğer adıyla yumurtalı kahve, tahmin edilenden çok daha farklı bir lezzete sahipmiş. Bir yumurta sarısına iki çay kaşığı şeker eklenerek beş dakika çırpılıp ardından karışımın içerisine Vietnam kahvesi konurmuş.Damak tadına göre reçel ve sütün de eklendiği Ca Phe Trung, sıcak olarak tüketilirmiş.Bu kahveyi tüketenler tadının jelibon kıvamındaki tiramisuya benzediğini söylüyormuş.

    Mesela Etiyopya. En ünlü kahvesi olan ‘buna’nın hazırlanışı da içimi de farklı bir ritüelmiş. İbikli geniş bir kap içerisinde, kömür ateşinde pişirilerek hazırlanan buna, küçük fincanlara konularak servis ediliyormuş. Tadanlara ise bir fincan asla yeterli gelmezmiş.

     Mesela Fas. Bol baharatlı mutfağını kahvesine de yansıtmış. Baharatlı kahve. İçerisinde susam, zencefil, karabiber, anason ve Hindistan cevizi parçacıkları bulunan baharatlı kahve Fas’ın her yerinde kolayca bulunuyormuş. Ustasına göre altı çeşit ya da on altı çeşit baharatı kahve çekirdekleriyle harmanlayıp servis ediyorlarmış.

   Liste böyle uzayıp gidiyor. Benim gibi yeni tatlar denemeyi çok seven birinin en büyük isteği gelecekte bu tatların çoğunu deneyebilmek. Belki bir kahve şenliğine katılırım ve hepsini deneme şansım olur. Çünkü biliyorum ki kahve denen o mucizevi bitkiden elde edilen kahve çeşitlerinin tamamını denemek için dünya turu yapmak gerek. tüm dünyaya yayılmış olmasının ve böyle sevilmesinin nedeni herkesin malumudur.Çünkü o muhteşem kokusuyla koku duyumuza; binbir türlü lezzetiyle tat alma duyumuza; çeşit çeşit sunumlarıyla gözümüze hitap ediyor. Duygularımızı doyuruyor. O halde hepinizi bir kahve içmeye davet ediyorum. ‘Dünya Kahve Günü’müz kutlu olsun.